16 Mayıs 2013 Perşembe

Anayurt Oteli - Yusuf Atılgan


Zannediyorum ki anlatım tarzını en sevdiğim romanlardan birisiydi Anayurt Oteli. Cümleler hiç bitmiyor, araya yeni yeni tasvirler, tanımlar giriyor ve okuyucunun algıları hep açık tutularak konunun nereye bağlanacağı hep bir sürpriz olarak kalıyor. Yusuf Atılgan edebiyatı hakkında okuduklarım doğruymuş, gerçekten çok başarılı.
Kitabın konusuna gelince; babasından kalan oteli işleten Zebercet’in hayal ve gerçeklik dünyası gecikmiş Ankara treniyle gelen kadının otelinde bir gece konaklamasıyla değişir. Bu kadını saplantı haline getiren Zebercet kadının tekrar geri geleceğini düşünerek odasına kimseyi sokmaz, düzeni bozmaz. Hatta bazen kadının orada olduğunu hayal ederek kendisiyle konuştuğunu zanneder.
Günler geçip kadının gelmeyeceğini yavaş yavaş idrak etmeye başlayınca hayata küser ve oteli belki de bir daha açmamacasına kapatır.
Zebercet’in diğer karakterlerle olan ilişkileri konuşmaları da enteresan, özellikle ortalıkçı kadın, emekli subay, horoz dövüşünde tanıştığı Kemal ile olan konuşmaların bazen gerçek bazen de hayal olduğunu düşündürüyordu.
Ben kitaplarını okumayı tercih ediyorum ama dileyenler için Macit Koper’in 1986 yılında yönetmenliğini yaptığı bir filmi de var. Bu filmde festivallerde hatırı sayılır miktarda ödüle sahip.
Altını çizdiklerim;
“Yüksek sesle konuşulanlar, tartışılanlar hep bilinen şeyler olduğuna göre ülkenin yönetimini asıl etkileyen, düzenleyen şeyler bu fısıltılarda gizliydi anlaşılan.” S- 24
“Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak.” S- 53
“Bir eylemin ertesini, sonuçlarını göze alabilirse ya da bunlara kayıtsız kalabilirse, insanın yapamayacağı şey yoktu.” S- 89
“Değişmez tek bir kesinlik vardı vardı insan için: Ölüm” S- 105
Arka kapaktan;
“Ne ölü, ne sağ” bir yaşamın kahramanı Zebercet. Gözünü açtığı ve yaşadığı Anayurt Oteli’yle aynı kaderi paylaşıyor: Birbirine benzeyen geçici ilişkilerle geçen günler, yalnız ve tek başına sürüklenen bir hayat.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder