Yine bir yazarın ilk romanını okudum. Platonik ve sorunlu bir aşkın anlatıldığı, sürekli içki masasın etrafında dönen
sohbetlerin olduğu bu romanı çok sevdim. Küçük kasabalarda yaşananları, insanların
birbirini tanımasını ve hep aynı çerçevede geçen hayatları biraz umutsuz ama çokça
da keyifli yazmış Ferhat Uludere. Lüleburgaz’a hiç gitmedim ama oradaki eski
meyhaneleri sanırım biliyorum...
Özetle konusu ise şöyle; İstanbul’da
yaşayan ve yazar olarak hayatını kazanan Feryat yıllar sonra evine Lüleburgaz’a
döner. Eski arkadaşları ile sıkça vakit geçirmeye başlar ve bir gün 17 yaşında iken
aşık olduğu kızın yani Şehrazat’ın da geri döndüğünü öğrenir. Ondan sonra bu
umutsuz aşığın hayatı içki masaları ve Şehrazat etrafında dönecektir.
Kitabın ne kadarı otobiyografik
bilemiyorum çünkü Ferhat Uludere çok samimi bir dille yazmış, hepsi gerçekmiş gibi geliyor. Sanki bir
arkadaşımın günlüğü elimdeymiş, onu okuyormuşum gibi hissettim.
Arka Kapaktan;
Anne, ben nezarethanede
kalacaksam bunun yüce amaçlar uğruna olmasını istedim hep, ama bir türlü
olmadı. Hep sokaklarda içki içtiğim için içeri alındım. Başkomiser ne suç
işlediğimizi sorduğunda, yanındaki memur küçümseyerek hep aynı cevabı verdi.
“Umuma açık yerde alkollü içecekler tüketmek. ” Anne, tek suçumuz buydu
hayatta; umuma açık yerlerde alkollü içecekler tüketmek. Suçluyum ben Anne,
oğlun sandığın gibi temiz, lekesiz biri değil, umuma açık yerlerde alkollü
içkiler tüketen bir serseri, ama suçluyum diye beni yargılama Anne; bu suçu
kocan da işledi, büyük oğlun da işledi, hatta belki de o bu suçu aramızda en
fazla işleyen kişi olarak suç dünyasına adını altın harflerle yazdırdı.”
Aaa çok merak ettim şimdi bu kitabı okunacaklar listeme not alıyorum hemen çok keyifli görünüyor =)
YanıtlaSil