Yapılan onca eleştiriden sonra bu
kitaba biraz önyargılı baktığımı itiraf ediyorum. Aynı zamanda önyargımda ne
kadar haksız olduğumu gördüğüm için de seviniyorum. Çünkü kitabı çok
beğendim.16. yüzyılda Hintli bir fil bakıcısının Mimar Sinan ile çalışmasını
konu alan bu kitapta özellikle tasvirlere bayıldım. Sadece yer ve kostüm değil,
hislerin de tasvirlerine bayıldım. Mimar Sinan’ın nasıl bir deha olduğunu
söylemeye zaten gerek yok, o yıllarda yaptığı eserler hala günümüzde ayakta ve
hala hayranlıkla izlenmekte. Hikâyenin Mimar Sinan’ın değil de onun
kalfalarından birisinin gözünden anlatılması ise sanki olayları daha gerçek
yapmış, gerçeklikle belki de alakası olmasa da bazı yan karakterler romanı daha
eğlenceli ve heyecanlı hale getirmiş. Ve bu kitaptan sonra biraz daha tarih
okumaya karar verdim, bence bir kitap sırf başka tarzlara bizi yöneltiyorsa
amacına ulaşmış demektir.
Altını çizdiklerim;
“Araplar, Kürtler, Nesturiler,
Çerkezler, Kazaklar, Tatarlar, Arnavutlar… Bu insanların her biri kendi yolunda
yürüse de gölgeleri birbirine değiyor, dolanıp düğüm oluyordu.” S- 46
“Hayatımızın bir haritası varsa
şayet, yollarda değil, yol ayrımlarında çizilmekte. İki şey arasında tercih
yaptığımız o kısa, kısacık anlarda. Göz açıp kapayana kadar değişir kaderimiz,
tek bir kararla.” S- 80
“Takvada sahtekâr olacağına,
günahında samimi ol, daha iyi.” S- 91
“Bütün sevdiklerini gömüp nefes
almaya devam etmek, lanettir.” S- 273
“Hayatta hiçbir şey, dışa
vurulamayan kızgınlık kadar zarar vermez insan ruhuna.” S- 374
Arka Kapaktan;
Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz,
aşkı öğrenemesek de…
Tarihimizin en önemli ve
çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda İstanbul… Hindistan’dan gelen
beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısı: Çota ile Cihan. Filbaz aynı
zamanda bir üstadın çırağı. Ustası ise Sinan.
Bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimar.
Elif Şafak’ın muazzam hayal gücü
ve zengin diliyle Osmanlı tarihinin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir
yolculuğa çıkıyoruz. Karşılıksız bir aşk, iktidar kavgaları, yobazlığın
ortasında yeşeren sanat ve beklenmedik bir ihanet…
Bir tarafta bilime ve öğrenmeye
inananlar, bir tarafta gelişmeyi durduranlar...
Ustam ve Ben, tarihi kişiliklerin, camilerin,
kütüphanelerin, türbelerin, köprülerin resmigeçit yaptığı, rengârenk, canlı,
sürprizlerle dolu bir dönem hikâyesi…
Öyle bir hayal dünyası ki
içindeki konular ve tartışmalar günümüze dair de çok şey söylüyor. Uzun süre
hafızalardan silinmeyecek, çok konuşulacak bir roman.
“İstanbul dediğin unutkanlıklar
şehri. Orada her şey suya yazılmış. Ustamın eserleri hariç, onunkiler taşa
kazınmış. O taşlardan birine bir sır sakladık. Çok zaman geçti üzerinden, nice
alametler birikti ama hâlâ orada olmalı, bıraktığımız noktada. Bilmem bulan
çıkar mı? Bulsa bile anlar mı? Ustamdan geriye kalan yüzlerce eserden ve
binlerce, binlerce taştan bir tanesi var ki, altında gizli Arzın Merkezi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder