Hiçbir kitaptan böylesine
etkilendiğimi hatırlamıyorum. Adnan Binyazar’ın okuduğum ilk romanı aslında
belki otobiyografisi desem daha doğru olacak. Kendi çocukluğunda yaşadıklarını
öyle bir dille anlatmış ki, bu küçük çocuğa acımıyor onun bir an önce başarılı
ve varlıklı bir adam olup, yaşadıklarını unutmasını istiyorsunuz. Çok zor bir
aile, sürekli yarı yolda bırakan bir baba ve hayata tutunmaya çalışan iki erkek
kardeşin hikâyesi Masalını Yitiren Dev. Dediğim gibi belki acıklı bir dille
yazılsaydı herhangi bir yoksulluk, parçalanmış aile hikâyesi diye okuyabilirdim
bu kitabı ancak Binyazar’ın kalemi farklı, okuyucuyu başka bir yerden
yakalıyor. Yazarın diğer kitaplarını da okumak için can atıyorum.
Altını çizdiklerim;
“Yoksullukla hastalık ikiz
kardeştir.”
“Mutluluk yok diyenlere
inanmayın; yeryüzünde acıma duygusunu yitirmemiş bir tek insan kalıncaya dek,
mutluluk da var olacaktır.”
“Gerçekte mutluluk, acıların
önüne gerdiğimiz yanıltıcı perdelerdir.”
“Demek, insan kendi doğal
varlığına aldırmıyor da, karşısında kopyasını görünce çıldırıyordu.”
“İnsan her şeyini yitiriyor da,
utanma duygusunu yitirmiyor.”
“İnsan çektiği acıları unutmayı
bilmese ne olurdu acaba? Demek beden gibi, duygular da sürekli onarıyor
kendini.”
“Roman kişilerinin kendine özgü
acıları olduğu gibi, kendini roman kişisinin yerine koyup bu acıları
derinliğine duyumsayan okurlar var.”
“Kitaplar bana inceliklerin
dünyasını açıyordu. Kitap okumayanın her şeyden yoksun kalacağını düşünüyordum.
Okuyan, okuduğu kitabın dünyasına karşılık verecek birikimler edinmeliydi.
Kitabın karşılıklı bir etkileşim olduğunu sezmeye başlamıştım. Bu merakla
yazarların, ressamların, bestecilerin yaşamlarıyla ilgili kitaplara
yöneliyordum. Onların içinden biri gibi görüyordum.”
Arka Kapaktan;
Masalını Yitiren Dev, ilkokula on
dört yaşında başlayan bir edebiyat adamının, Adnan Bïnyazarın çocukluk ve
ilkgençlik anılarından oluşuyor. Diyarbakırda başlayan, yoksulluk içinde geçen
bir çocukluk, dağılmış bir aile, çocuk yaşta girilen çalışma hayatı, acımasız
koşullar. Anı gibi değil de bir roman gibi okunan bu kitapta Adnan Binyazar,
hayatla olan mücadelesini hiçbir abartıya, duygusallığa yer vermeden, son
derece nesnel bir tavırla aktarmış. Yaşadıklarını anlatırken, o günlerin
Türkiyesinden çok canlı kesitler veriyor. Ağından Diyarbakıra, Elazığdan
İstanbula uzanan coğrafyada, anasını-babasını, ustasını, Haco Bibiyi,
Valentinoyu, Möhoyu, Zeko Bibiyi, birer roman kişisi gibi canlı ve kalıcı
kılabiliyor. Yazılısı tehlike yaratacak bir hayat yaşadım ben, diyor yazar; onun
için yazmakta hep duraksadım. Çünkü yaşadığınız olayları anlatıya dökerken,
gözü yaşlı sözcüklerin tuzağına düştünüz mü, televizyonlarda her gün onlarcası
görülen yerli filmlerin ya da bayatlamaktan iyice kokuşmuş dizilerin başkişisi
oluverirsiniz. Adnan Binyazarın son derece akıcı bir anlatımla, ustalıkla
kullandığı Türkçesiyle kaleme aldığı, bir dönem Türkiyesine ışık tutan, o
günlerden insan manzaraları sunan roman tadındaki anıları ilgiyle okunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder